Ergenlik, bir kelebeğin kozadan çıkarken yaşadığı sancının insandaki karşılığı gibidir — kabuk dar gelir ama dış dünya da henüz tanıdık değildir. Genç, bu iki alan arasında kendi yerini bulmaya çalışırken, arkadaşlık çoğu zaman bir “ayna” işlevi görür. Bu aynada kim olduğunu, nasıl göründüğünü, ne kadar sevilebilir biri olduğunu test eder. Fakat bazı ergenler için bu süreç, umdukları kadar pürüzsüz ilerlemez. Arkadaşlık ilişkileri ya hiç kurulmaz, ya da sık sık kırılmalarla sonuçlanır.
Levent’teki ofisimde ve çevrim içi görüşmelerimde, bu tür yalnızlık hikâyelerini sıkça dinliyorum. Görünen o ki, “ergenlikte arkadaşlık kuramama” çoğu zaman sadece sosyal bir beceri eksikliği değil, daha derinde bir duygusal çatışmanın ifadesidir. Bazen özgüvenle ilgilidir, bazen reddedilme korkusuyla. Kimi zaman ise, çocuklukta şekillenmiş bağlanma örüntüleri yeniden sahneye çıkar — tıpkı Freud’un “tekrar etme zorlantısı” olarak tanımladığı gibi, kişi aynı duygusal sahneyi farklı karakterlerle yeniden oynamaya başlar.
Bir gencin arkadaş bulamaması, dış dünyaya ait bir problem gibi görünse de aslında iç dünyayla da yakından ilgilidir. Sosyal ortamlarda geri planda kalmak, içsel bir “ben yeterli değilim” inancının sessiz yansıması olabilir. Bu noktada, ebeveynlerin çocuğu “neden arkadaş edinemiyorsun?” diye sorgulamak yerine, “acaba neyi tehlikeli hissediyor?” diye sormaları çok daha iyileştirici bir başlangıç olur. Çünkü her davranışın ardında görünmeyen bir anlam vardır — yalnızlık bile bazen bir tür savunmadır.
Ergenlikte arkadaşlık, yalnızca eğlenmek ya da paylaşmak değil; kimliğin sınırlarını keşfetmenin bir yoludur. Bu yazıda, ergenlerde arkadaş edinememe nedenlerinden başlayarak, sağlıklı ilişkiler kurmayı destekleyen psikolojik yaklaşımları ve ebeveynlerin bu süreçte nasıl bir rehberlik sağlayabileceğini ele alacağız.
Ergenlikte Arkadaşlık Neden Bu Kadar Önemli?
Ergenlik, kim olduğumuzu sadece ailemizin aynasında değil, artık akranlarımızın bakışında da görmeye başladığımız dönemdir. Bu dönemde arkadaşlık, bir lüks değil; benlik gelişiminin merkezinde yer alan bir ihtiyaçtır. Çünkü genç, kendini “ben kimim?” sorusuyla meşgulken, bu sorunun cevabını çoğu zaman bir arkadaşın gözlerinde arar.
Nöropsikolojik araştırmalar da bunu destekler. Ergen beyninde, sosyal onay ve aidiyet duygusunu yöneten “ödül sistemi” yetişkinlere göre çok daha hassastır. Bir arkadaşın kabul edici bir gülümsemesi, ergen beyninde neredeyse fiziksel bir sıcaklık etkisi yaratır. Bu yüzden arkadaşlık ilişkileri yalnızca keyif değil, biyolojik bir ihtiyaçtır.
Bilimsel veriler, bu duygusal bağın uzun vadeli etkisini de açıkça gösteriyor. Yapılan bir çalışmada, ergenlik döneminde arkadaşlarından “kabul gördüğünü” hisseden gençlerin, yıllar içinde daha yüksek düzeyde psikolojik iyi oluş (well-being) sergilediği bulunmuştur. Yani sevildiğini, anlaşıldığını hisseden bir genç, gelecekte stresle başa çıkma ve kendini ifade etme becerilerinde daha güçlü hale geliyor.
Benzer biçimde 8–14 yaş arasındaki orta ergenlik döneminde yapılan başka bir araştırma, olumlu akran ilişkilerinin sadece duygusal değil, davranışsal olarak da koruyucu etkiler yarattığını göstermiştir. Bu gençlerde saldırganlık, okul sorunları veya riskli davranışlar belirgin biçimde daha az görülmektedir. Yani “iyi bir arkadaşlık” sadece bir sosyal deneyim değil, ruhsal dayanıklılığın da temellerinden biridir.
Psikanalitik açıdan bakıldığında ise, ergenlikteki arkadaşlık ilişkileri, çocukluk döneminde anne-babayla kurulan bağlanmanın bir tür yeniden yazımı gibidir. Genç, artık ebeveynin değil, akranın gözünde sevilebilir olmayı test eder. Bu, Freud’un “yeniden yönlendirme” olarak adlandırdığı sürecin bir yansımasıdır: çocukluktaki duygusal ihtiyaçlar, yeni ilişkilerde yeniden sahneye çıkar. Bir arkadaşın uzaklaşması bu yüzden bazen “küçük bir kayıp” değil, ruhsal olarak bir “terkedilme” hissine dönüşebilir.
Bu dönemde sağlıklı arkadaşlıklar, gencin “ben sevilmeye değerim” inancını pekiştirir. Bu güven duygusu ise ilerleyen yaşlarda romantik ilişkilerden iş hayatına kadar tüm sosyal alanlara taşınır. Dolayısıyla, ergenlikte arkadaşlık kuramama yalnızca “sosyalleşememe” değil, kimlik oluşumunda önemli bir halkayı eksik bırakmak anlamına gelebilir.
Ergenlerde Arkadaş Edinememe Nedenleri
Her yalnızlık aynı hikâyeyi anlatmaz. Bazı gençler arkadaş grubuna dahil olamadıkları için üzülür, bazılarıysa kalabalık içinde bile derin bir yabancılık hisseder. “Ergenlerde arkadaş edinememe” sorunu bu yüzden tek bir nedene indirgenemez; çoğu zaman içsel çatışmaların, erken dönem ilişkilerin ve çevresel koşulların karmaşık etkileşiminden doğar.
Psikanalitik bakış açısından, genç bu dönemde hem bağımsızlaşmak ister hem de kabul görmeye ihtiyaç duyar. Bu ikilem, bazen içe kapanma, bazen aşırı uyum, bazen de reddedilme korkusuna dönüşür. Ebeveynler için bu davranışları anlamlandırmak güç olabilir; çünkü gencin “arkadaşım yok” cümlesi çoğu zaman “ben kendimi yeterince sevilmeye değer hissetmiyorum” anlamını taşır.
Ergenin arkadaş edinememe sürecinde en sık karşılaştığımız psikolojik dinamikler şunlardır:
- Özgüven eksikliği ve sosyal kaygı
- Aşırı koruyucu ebeveynlik veya sosyal fırsat eksikliği
- Akran grubuna uyum sağlayamama ve dışlanma deneyimi
- Yanlış arkadaş seçimi ve hayal kırıklıkları
Özgüven Eksikliği ve Sosyal Kaygı
Bazı ergenler için arkadaş grubuna girmek, sahneye çıkmak gibidir: herkesin onları izlediğini, her kelimenin değerlendirilip yargılanacağını hissederler. Bu yoğun öz-farkındalık hali, çoğu zaman “sosyal kaygı” olarak adlandırılır. Gencin zihninde, dış dünyanın sesi sürekli yankılanır: “Ya yanlış bir şey söylersem? Ya kimse benimle konuşmazsa?”
Bu tür kaygıların temelinde genellikle özgüven eksikliği ve kendilik değerine dair kırılgan inançlar yatar. Çocuklukta aşırı eleştirilen, sürekli kıyaslanan ya da hata yapmasına izin verilmeyen bireyler, büyüdüklerinde başkalarının yargısına karşı aşırı hassas hale gelirler. Freud’un tanımıyla, süperego yani içselleştirilmiş “eleştirel ses” fazlasıyla güçlenmiş olabilir; genç, dış dünyaya değil, kendi içindeki cezalandırıcı sese teslim olur.
Terapi odasında sıkça duyarız: “Aslında konuşmak istiyorum ama sanki kelimeler boğazımda takılıyor.” Bu ifade, bastırılmış değersizlik hissinin bir yansımasıdır. Sosyal ortamlarda sessiz kalmak, gencin “yanlış anlaşılmaktan” korunma biçimidir. Ancak bu koruma, bir süre sonra yalnızlığı pekiştirir.
Bu noktada ebeveynlerin yapabileceği en önemli şey, çocuğun “söyleyemediklerini” yargılamadan dinlemek ve aceleyle çözüm üretmemektir. Çünkü bazen gençlerin ihtiyacı, tavsiye değil, sadece görülmektir. Onu cesaretlendirmek, “Seninle konuşmak keyifli, ne düşündüğünü merak ediyorum.” gibi küçük cümlelerle başlar. Bu tür duygusal onaylar, içsel süperegonun baskısını azaltarak gencin kendine yeniden güven duymasını sağlar.
Aşırı Koruyucu Ebeveynlik veya Sosyal Fırsat Eksikliği
Bazı gençler, sosyal ortamlarda deneyim kazanmadan önce, ebeveynlerinin iyi niyetli ama aşırı koruyucu tutumlarıyla çevrelenir. “Arkadaşların seni üzer”, “Sen zaten utangaçsın, gitmesen de olur” gibi cümleler, farkında olmadan gencin dünyayı tehlikeli bir yer olarak algılamasına neden olur. Zamanla bu genç, “ya reddedilirsem” korkusunu değil, “ya annem üzülürse” kaygısını taşımaya başlar.
Psikanalitik açıdan bu durum, bağımlı bir bağlanma örüntüsünün göstergesidir. Çocuklukta ebeveynle kurulan bu simbiyotik (iç içe geçmiş) ilişki, ergenlikte bağımsızlık ihtiyacıyla çatışır. Genç bir yandan özgürleşmek ister, ama diğer yandan sevildiği güvenli alanı kaybetmekten korkar. Bu içsel çatışma, dış dünyaya katılmayı, yani arkadaşlık kurmayı riskli hale getirir.
Bazen mesele aşırı koruma değil, fırsat eksikliğidir. Sosyal ortamlara girmeye, hatalar yapmaya, kendini denemeye yeterince alan tanınmamış çocuklar; ergenlikte kendi seslerini duyurmakta zorlanırlar. Sosyal kas gelişimi, tıpkı fiziksel kaslar gibidir — kullanılmadığında zayıflar.
Bir danışanımın şu cümlesi bu durumu özetler nitelikteydi: “Annem hep benim adıma konuşurdu, şimdi sıra bana geldiğinde ne söyleyeceğimi bilemiyorum.” Bu sessizlik bir tembellik değil, öğrenilmemiş bir beceridir.
Ebeveynler için önemli olan, çocuğu sosyal ortamlara “zorla itmek” değil, kendi deneyimini yaşaması için küçük ama güvenli adımlar sunmaktır. Bir kulüp, bir sanat atölyesi ya da küçük bir arkadaş grubu — önemli olan, gencin kendi sınırlarını tanıyarak dünyaya açılmasına izin vermektir. Çünkü bağımsızlık, bir gencin sevgiden kopması değil; sevildiğini bilerek kendi yolunu yürüyebilmesidir.
Akran Grubuna Uyum Sağlayamama ve Dışlanma Deneyimi
Ergenlik döneminde akran grubuna kabul edilmek, yalnızca sosyalleşmek değil; “ben de bir yere aitim” diyebilmenin yoludur. Ancak bazı gençler için bu süreç, tekrarlayan dışlanmalar ve sessiz reddedilmelerle örülür. Bu durumda yaşanan acı, çoğu zaman söze dökülemez — çünkü reddedilmek yalnızca dış dünyada değil, iç dünyada da bir yoksunluk yaratır: “Ben yeterince iyi değilim.”
Psikanalitik açıdan dışlanma deneyimi, erken dönem ilişkilerde yaşanan sevgi ve kabul kaybının yeniden canlanması gibidir. Çocuklukta duygusal olarak yeterince görülmemiş ya da “yanlış anlaşılmış” bireyler, ergenlikte de benzer bir temayı tekrar sahnelerler. Bu, Freud’un “tekrar zorlantısı” olarak tanımladığı sürecin tipik bir örneğidir: kişi farkında olmadan, tanıdık olan acıyı yeniden üretir.
Birçok genç, “gruba uymak” uğruna kendi özgünlüğünü bastırır. Fakat ne kadar uyum sağlarsa sağlasın, içten içe yabancılaşma hissi derinleşir. Diğer yandan, bazı gençler gerçekten farklı hissettikleri için dışlanırlar — düşünceleri, ilgileri ya da sessizlikleri nedeniyle. Bu farklılık bazen bir incinme kaynağı gibi yaşansa da, aslında kimliğin özgün tohumlarını taşır.
Bir seansta bir ergen şöyle demişti: “Onlar hep aynı şeyleri konuşuyor, ben sıkılıyorum ama yine de yanlarında olmak istiyorum.” Bu cümle, aidiyetle bireysellik arasındaki içsel çatışmayı anlatır. Gencin ihtiyacı, kalabalığa karışmak değil, kendi sesiyle kabul edilmek aslında.
Ebeveynler bu süreçte, “neden arkadaşın yok?” diye sorgulamak yerine “kendini nerede daha rahat hissediyorsun?” diye sormayı deneyebilirler. Çünkü bazen genç, yanlış çevreye değil, kendine uygun bir çevreye henüz ulaşamamıştır. Destekleyici bir bakış, onun yeniden deneme cesaretini artırır.
Yanlış Arkadaş Seçimi ve Hayal Kırıklıkları
Ergenlikte arkadaşlık ilişkileri, sadece eğlenmek için değil, kendini tanımak için de kurulur. Ancak bazen genç, kendisine zarar veren, ilgisiz ya da onu değersiz hissettiren arkadaşlara yönelir. Dışarıdan bakıldığında bu “yanlış tercih” gibi görünse de, aslında çoğu zaman iç dünyadaki bir hikâyenin yeniden sahnelenmesidir.
Psikanalitik açıdan bu durum, “tanıdık duygunun tekrarı” ile ilgilidir. Eğer bir genç, çocuklukta sevgiyi kazanmak için sürekli çabalamak zorunda kaldıysa, ergenlikte de benzer ilişkiler seçebilir — hep ilgisiz birine yakın olmak, hep biraz sevilmemek… Çünkü bilinçdışı, tanıdık olanı “güvenli” sanır. Bu, Freud’un bahsettiği “tekrar zorlantısı”nın ergenlikteki en görünür biçimlerinden biridir.
Bir danışanım bir gün şöyle demişti: “Arkadaşım beni aşağılıyor ama yine de onu kaybetmek istemiyorum.” Bu cümledeki çelişki aslında çok anlamlıdır: sevgi ve değersizlik aynı potada karıştığında, genç “kırılmayı göze alarak” bağ kurar. Çünkü içten içe, sevgiyi hak etmek için acı çekmek gerektiğine inanır.
Bu tür arkadaşlıklar sona erdiğinde genç, iki duyguyla baş başa kalır: öfke ve suçluluk. “Neden hep ben kötü hissediyorum?” diye sorar. İşte bu noktada ebeveynlerin görevi, eleştirmek değil, anlamaya eşlik etmektir. “O arkadaş sana göre değil” demek yerine, “sence o ilişkide kendini nasıl hissettin?” demek çok daha iyileştiricidir.
Ergenlerde yanlış arkadaş seçimi, genellikle sevgiye duyulan açlığın bir yansımasıdır. Bu açlık bastırıldığında değil, anlaşılmaya başladığında dönüşür. Terapi sürecinde genç, yavaş yavaş sevgiyle zarar görmeyi birbirinden ayırmayı öğrenir — ve o zaman gerçek dostluklara yer açılır.
Arkadaşlık Kuramayan Ergenlerde Görülen Belirtiler
Arkadaşlık ilişkileri, ergenin hem dış dünyayla bağını hem de iç dünyadaki dengeyi sürdürmesini sağlar. Bu bağ zayıfladığında, genç yalnızca arkadaşlarını değil, kendini de kaybolmuş hissedebilir. Belirtiler çoğu zaman “sessiz” başlar; zamanla davranış, motivasyon ve duygusal tepkilerde belirginleşir.
Psikanalitik açıdan kritik bir düğüm noktası “baba işlevi/baba yasası”nın içselleştirilememesidir. Dış dünyaya açılmayı olanaklı kılan bu işlev yeterince yapılaşmadığında genç, akran ilişkisini gerçekliğin sınırlarını tanıyan iki kişi arasındaki temas gibi değil, sınırsız, iç içe ve “regüle eden” bir sığınak gibi yaşamak ister. Yani arkadaşından bir “aile figürü” gibi sürekli yatıştırma, tamamlama ve koşulsuz kapsanma bekler. Bu beklenti, ilişkide sınırların erimesine ve gerçeklikten kopuk yakınlık taleplerine yol açar; akran için bunaltıcı hale geldiğinde ise uzaklaşma başlar. Genç bunu “yine terk edildim” diye okur; oysa çoğu kez tekrar eden, sınırsızlık arzusunun ilişkileri itmesidir.Bu çerçevede, ebeveynlerin ve öğretmenlerin erken fark edebileceği göstergeler şunlardır:
- Odasına kapanma, okula gitmek istememe: Dış dünyaya çıkmak, sınır ve ayrışma gerektirir. Baba işlevi yeterince kurulmadığında, genç “görülmenin riski”nden kaçar ve güvenli sandığı içe çekilme alanına sığınır.
- “Kimse beni anlamıyor/arkadaşım yok” söylemleri: Yalnızca şikâyet değil; sınırsız kapsanma arzusunun karşılanmadığına dair bir çağrıdır. “Anlaşılmıyorum” çoğu kez “tamamlanmıyorum” anlamını taşır.
- Online ortamlara aşırı yönelme: Dijital alan, sınırların geçirgenleştiği ve hızlı düzenleme (regülasyon) sağladığı için caziptir; fakat gerçek ilişki kaslarını geliştirmez.
- Not düşüşü, motivasyon kaybı, öfke patlamaları: Sosyal yalnızlık ve sınır çatışmaları, bilişsel-duygusal enerjiyi tüketir; öfke, çoğu zaman ayrışma kaygısına karşı bir savunma olarak belirir.
- İlişkide yapışma–kaçınma döngüsü: Bir gün yoğun yakınlık talebi, ertesi gün ani kopuşlar… Bu salınım, sınır koyma–sınır kabul etme kaslarının olgunlaşmadığını düşündürür.
Ebeveyn için ilk adım, “Neden arkadaş edinemiyorsun?” yerine “Hangi yakınlık sana güvenli geliyor, hangisi bunaltıcı?” diye sormaktır. Böylece genç, sınırsızlık değil sınır içeren temasın da güven verebildiğini deneyimleyebilir. Aşağıdaki mikro müdahaleler destekleyicidir:
- Sınırları adlandırmak: “Yakınlık, iki kişiyi de gözeten sınırlar içinde mümkündür.” mesajını davranış ve dilde somutlaştırmak.
- Duygusal düzenleme yerine eşlik: Sürekli yatıştırmak yerine, duyguya tanıklık etmek. (Örn. “Bu hayal kırıklığını taşıyabildiğini görüyorum.”)
- Küçük ve gerçek temasa alan açmak: Kulüp/atölye gibi süre ve rolü belli sosyal alanlar; “sınırsız” birliktelikler değil.
- Okulla ve rehberlikle temas: Akran sahnesinde tekrar eden kalıpları birlikte görmek, gerektiğinde grup çalışmaları önerisini değerlendirmek.
- Gerektiğinde profesyonel destek: Baba işlevinin yapılandırılması ve sınırsızlık–yakınlık çatışmalarının çalışılması için psikanalitik yönelimli terapi etkili bir çerçeve sunar.
Unutulmamalı: Ergen, arkadaşlarını “rahatlatan–regüle eden figür” yerine karşılıklı özneler olarak deneyimlemeye başladığında, yakınlık daha az talepkâr, daha çok gerçek hale gelir; o zaman arkadaşlık da kendiliğinden güçlenir.
Ebeveynler Ne Yapmalı? Sağlıklı Destek İçin 5 Adım
Ergenin arkadaşlık kuramaması çoğu zaman hem genç hem de ebeveyn için çaresizlik duygusu yaratır. “Ne yapsam da toparlansa?” düşüncesi, iyi niyetli ama kaygılı bir ebeveyn refleksidir. Oysa gençlerin en çok ihtiyaç duyduğu şey, “yapılanlar”dan çok, nasıl yaklaşıldıklarıdır. Çünkü ergenlikte güven, çözüm değil, ilişki üzerinden kurulur.
Aşağıdaki adımlar, hem duygusal hem de pratik düzeyde bu ilişkiyi yeniden onarmak için bir rehber niteliğindedir:
- Dinlemek, yargılamadan anlamaya çalışmak
Gencin anlattıklarını düzeltmeye veya yönlendirmeye çalışmadan dinlemek, en temel iyileştirici eylemdir. “Haklısın, bu senin için zor olmalı” gibi empatik cümleler, gencin iç dünyasında “görülüyorum” hissini güçlendirir. - Sosyal ortamlara yönlendirmek ama zorlamamak
Yeni bir kulüp, atölye ya da grup etkinliği teşvik edilebilir; ancak katılım konusunda baskı yapılmamalıdır. Sosyalleşme, gönüllü olduğunda gelişir. Zorlamak, gencin kaygı ve direnç duygusunu artırabilir. - Kendi arkadaşlık örüntülerinizle model olmak
Ebeveynin dostluk biçimi, çocuğun ilişki kurma haritasını şekillendirir. Çatışmaları nasıl çözdüğünüz, kırıldığınızda nasıl konuştuğunuz; farkında olmadan çocuğunuza “bağ kurmanın dili”ni öğretir. - Öğretmenle veya rehberlik servisiyle iletişimde olmak
Okul, sosyal ilişkilerin en yoğun yaşandığı alandır. Öğretmen ve rehberlik birimiyle temas, sürecin sadece evde değil, okulda da izlenmesini sağlar. Böylece erken müdahale şansı artar. - Gerektiğinde profesyonel destek almak
Arkadaşlık sorunları uzun süre devam ediyorsa, bu durum gencin özgüven ve kimlik gelişimini etkileyebilir. Profesyonel destek, yalnızca “sorunu çözmek” için değil, gencin duygusal dayanıklılığını güçlendirmek için de önemli bir fırsattır.
Bu beş adım, ebeveynin çocuğuna “yalnız değilsin” mesajını iletmesinin yollarıdır. Çünkü bazen bir gencin iyileşmeye başlaması için, sadece bir yetişkinin onun iç dünyasına sabırla tanıklık etmesi yeterlidir.
Ergenlerde Arkadaşlık İlişkilerinde Psikolojik Müdahaleler
Her gencin yalnızlığı aynı kökten beslenmez. Bu nedenle, arkadaşlık kuramama sorunu için tek bir tedavi biçimi yoktur; her müdahale, gencin kişilik yapısına, yaşadığı duygusal çatışmalara ve sosyal deneyimine göre şekillenir. Terapi süreci, yalnızca “arkadaş bulmak” üzerine değil, gencin iç dünyasında ilişki kurmaya dair güven duygusunu yeniden inşa etmek üzerine kuruludur.
Bu noktada kullanılan bazı psikolojik yaklaşımlar şunlardır:
- Bilişsel Davranışçı Terapi (BDT) – Sosyal beceri ve düşünce kalıplarını güçlendirme
Bu yaklaşımda amaç, gencin “beni kimse istemiyor” gibi otomatik, olumsuz düşüncelerini fark edip yeniden yapılandırmasını sağlamaktır. Sosyal becerileri artırmak için rol canlandırma, küçük adımlarla maruz bırakma ve gerçekçi düşünce geliştirme teknikleri kullanılır. Böylece genç, hem düşünsel hem davranışsal olarak sosyal ortamlara daha esnek biçimde yaklaşmayı öğrenir. - Psikanalitik Yaklaşım – Bağlanma örüntülerini ve reddedilme korkusunu anlama
Psikanalitik terapi, yüzeydeki yalnızlıktan çok, bu yalnızlığın ardındaki anlamı araştırır. Genç, çoğu zaman çocuklukta şekillenmiş olan “görülmeme” ya da “yetersiz hissetme” duygularını yeniden yaşar. Terapi süreci, bu bastırılmış duygulara güvenli bir alan sunar. Reddedilme korkusunun kaynağı anlaşıldıkça, genç artık ilişkilerinde tekrarlayan senaryolardan özgürleşmeye başlar. - Grup Terapisi – Akran ilişkileri içinde kendini yeniden konumlama
Grup terapileri, gençlerin benzer duygular yaşayan akranlarla bir araya gelmesini sağlar. Bu ortam, hem güvenli bir “deneme alanı” hem de gerçek sosyal etkileşimler için bir aynadır. Genç, burada hem kendini ifade etmeyi hem de başkalarının deneyimlerinden empatiyle öğrenmeyi deneyimler.
Terapötik müdahalelerin her biri, gencin “bağ kurma kapasitesini” yeniden işler hale getirmeyi amaçlar. Çünkü sağlıklı ilişkiler kurmak, doğuştan gelen bir yetenek değil, zamanla geliştirilen bir duygusal beceridir.
Eğer çocuk uzun süredir yalnızsa, okula gitmek istemiyorsa, arkadaşlıkları kısa sürüyor veya yanlış kişilere yöneliyorsa, bu durum artık profesyonel destek için bir işarettir. Sosyal kaygı, ergenlikte öfke ya da depresyon belirtileri görünür hale gelmişse, terapi süreci yalnızca gencin değil, tüm ailenin ilişkisel dinamiğini dönüştürme fırsatı yaratır.
Ergenlikte arkadaşlık kuramama, çoğu zaman dışarıdan “çekingenlik” ya da “uyumsuzluk” gibi görünse de, aslında kim olduğumuzu anlamaya çalıştığımız uzun bir içsel yolculuğun parçasıdır. Bu süreçte gençler yalnızca arkadaş edinmeyi değil, kendi benliklerinin sınırlarını da keşfederler. Bazıları bu yolculukta sessizdir, bazıları ise öfke veya geri çekilme ile savunur kendini. Ama hepsi, aslında aynı sorunun cevabını arar: “Ben kimim ve biri beni gerçekten sevebilir mi?”
Arkadaşlık, öğrenilen bir beceriden çok, yeniden güvenmeyi öğrenme sürecidir. Ve bu güven, önce ebeveynin bakışında, sonra terapötik ilişkide filizlenir. Yalnızlıkla mücadele eden bir gencin en çok ihtiyaç duyduğu şey, çözülmesi gereken bir “sorun” olarak görülmemektir. Çünkü kendini eksik hissettiği noktada değil, anlaşıldığı anda iyileşmeye başlar.
Levent’teki ofisimde ve çevrim içi seanslarda, birçok gencin bu görünmez yalnızlıkla yüzleşmesine tanıklık ettim. Zamanla fark ettim ki, ergenlikte arkadaşlık kurmak bir dışsal başarı değil; içsel bir dönüşümün yansımasıdır. Genç, kendini anlamaya başladığında, bağ kurmak artık korkutucu değil, doğal hale gelir. Çünkü o noktada artık yalnız değildir — hem başkalarıyla hem de kendisiyle gerçek bir temas kurabilmiştir.
Eğer çocuğunuzun dünyasında bu yalnızlığı hissediyorsanız, telaşa kapılmadan ama gecikmeden harekete geçin. Dinleyin, alan açın ve gerekirse profesyonel destek alın. Çünkü her genç, birinin onu anlamak için sabırla beklediğini bildiğinde değişmeye başlar.
