Bazen bir ekranın ışığı, bir gencin iç dünyasındaki karanlığı aydınlatıyor gibi görünür — ama bazen de o ışık, içsel sessizliği daha da derinleştirir.
Modern çağda internet, gençler için yalnızca bir araç değil; kimliklerini denedikleri, görülme arzularını doyurdukları, duygularını sakladıkları bir sahne haline geldi. Fakat bu sahne bazen, sahici ilişkilerin yerini alan sanal bir oyuna dönüşebiliyor.
Ergenlik dönemi; kimliğin şekillendiği, aidiyetin ve onayın en çok arandığı bir geçittir. Bu geçitte internet, hem kaçış hem de bağlantı alanı olarak karşımıza çıkar. Kimileri için bir arkadaş, kimileri için bir “ayna”dır. Ama o aynada ne kadar çok kalınırsa, gerçek benliğin silikleşme riski de o kadar artar.
Levent’teki ofisimde, ergenlerle yaptığım terapilerde sıkça rastladığım bir tablo var: “Hocam, internete girmeden rahatlayamıyorum.” Bu cümle, yalnızca bir alışkanlığın değil, bir bağımlılık döngüsünün habercisidir. Fakat burada mesele ekranın kendisi değil; o ekranın altında gizlenen duygudur — yalnızlık, yetersizlik korkusu, değersizlik hissi ya da görülme arzusu.
İnternet bağımlılığı, aslında bir teknolojik mesele değil, bir ilişki biçimidir. Gencin kendisiyle, ailesiyle ve dış dünyayla kurduğu bağın bir yansımasıdır. Dolayısıyla çözüm de yalnızca ekran süresini kısıtlamaktan değil, o bağı yeniden anlamlandırmaktan geçer.
Bu yazıda, ergenlikte internet bağımlılığının nasıl geliştiğini, hangi belirtilerle kendini gösterdiğini ve nasıl tedavi edilebileceğini psikanalitik bir gözle ele alacağım. Amacım, ebeveynlere ve gençlere “yasaklamak” yerine “anlamanın” yollarını göstermek. Çünkü teknolojiyle savaşarak değil, onunla daha bilinçli bir ilişki kurarak iyileşmek mümkün.
İnternet Bağımlılığı Nedir?
Bağımlılık kelimesi genellikle madde kullanımıyla anılsa da, internet çağında bu kavram çok daha sessiz ama yaygın bir biçimde yaşanıyor. Bir genç için internette geçirilen zaman, çoğu zaman “oyalanma” değil, duygusal bir düzenleyiciye dönüşüyor. Ancak aradaki fark — kontrol edebilme gücü. Günlük kullanımda birey çevrimiçi olmayı seçer; bağımlılıkta ise çevrimdışı kalamaz.
DSM-5’te “İnternet Oyun Bozukluğu” başlığı altında sınırlı biçimde ele alınsa da, WHO (Dünya Sağlık Örgütü) 2019 yılında “gaming disorder”ı resmi bir tanı kategorisine dahil etti. Ancak bugün birçok klinisyen, bu sınırın yalnızca oyunla sınırlı olmadığını; sosyal medya, çevrim içi videolar ve hatta haber tüketimi gibi alanlarda da benzer bağımlılık döngülerinin oluştuğunu gözlemliyor.
Bu bağımlılığın temel özelliği, tıpkı diğer bağımlılıklarda olduğu gibi, kişinin davranışı üzerinde kontrol kaybı yaşaması ve bu davranışın akademik, sosyal ya da duygusal işlevselliğini bozmasıdır.
Bir genç “beş dakika bakıp çıkacağım” deyip saatlerini internette geçiriyorsa, orada bir doyum değil, dürtü devreye girmiştir. Freud’un “haz ilkesinden gerçeklik ilkesine geçiş” dediği süreç, dijital dünyada sık sık askıya alınır; anlık tatmin, uzun vadeli huzurun önüne geçer.
Küresel ölçekte yapılan araştırmalar da bu tabloyu destekliyor.
Bir meta-analiz çalışmasında, 12-41 yaş aralığındaki bireylerde internet bağımlılığı oranı %6 civarında saptanmıştır.
Daha geniş kapsamlı bir derleme çalışması, bu oranı yaklaşık %14,22 olarak bildirmiş; alt türlerde ise akıllı telefon bağımlılığı %26,99, sosyal medya bağımlılığı %17,42 oranlarında bulunmuştur.
Türkiye’de yapılan bir klinik araştırmada ise psikiyatri servisine başvuran ergenlerde internet bağımlılığı oranı %24,1, kontrol grubunda ise %8,8 olarak ölçülmüştür.
Bu veriler, ekranların artık yalnızca bir eğlence aracı değil, gençlerin duygusal dünyasında bir “bağlanma nesnesi” haline geldiğini göstermektedir.
İnternet bağımlılığını yalnızca teknolojiye yönelik bir alışkanlık olarak değil, duygusal bir düzenleme biçimi olarak ele almak gerekir. Çünkü çoğu genç internete, meraktan değil, bir boşluğu doldurmak için yönelir. Bu boşluk; ebeveynle kurulamamış bir ilişki, okulda yaşanan dışlanma ya da kimliğini bulmaya çalışan bir benliğin sessiz çığlığı olabilir.
İnternet Bağımlılığının Türleri
İnternet bağımlılığı tek bir biçimde ortaya çıkmaz. Her biri farklı bir duygusal ihtiyacın dışavurumu olan birkaç temel türden bahsedebiliriz:
- Sosyal medya bağımlılığı: Onaylanma ve beğenilme ihtiyacının dijital biçimidir. Genç, “görülme” arzusunu beğeni sayısıyla ölçmeye başlar.
- Oyun bağımlılığı: Özellikle erkek ergenlerde “başarı” ve “kontrol hissi” yaratır. Gerçek hayatta zorluk yaşayan genç, oyundaki başarıyla kimliğini pekiştirir.
- Telefon / ekran bağımlılığı: Sürekli bildirim kontrol etme, “kaçırma korkusu (FOMO)” ve sessizlikle baş edememe davranışlarıyla kendini gösterir.
- Bilgisayar ve çevrim içi video bağımlılığı: Duygusal kaçışın en pasif formudur; genç, kendi duygularını yaşamaktansa başkalarının hikâyelerini izlemeyi tercih eder.
Her tür, farklı bir duygusal ihtiyaca temas eder. Ama ortak noktaları şudur: Gerçek dünyadaki ilişki ağları zayıfladıkça, dijital dünya bir ikame ilişki alanı haline gelir.
Ergenlerde İnternet Bağımlılığı Nasıl Gelişir?
Ergenlik dönemi, beynin “yeniden yapılanma” dönemidir. Özellikle ödül sistemi bu süreçte oldukça aktif çalışır. Beynin ön bölgesi (yani planlama ve dürtü kontrolünden sorumlu prefrontal korteks) henüz tam olgunlaşmamıştır; buna karşın dopamin sistemini yöneten limbik alanlar çok daha hızlı çalışır. Sonuç olarak genç, kısa vadeli hazza karşı oldukça duyarlı hale gelir.
Bir bildirim sesi, bir “like”, bir oyun zaferi — tümü beyinde küçük ama yoğun bir dopamin salınımı yaratır. Bu biyolojik mekanizma, interneti yalnızca bir araç olmaktan çıkarır; bir “duygusal ödül kaynağı”na dönüştürür.
Fakat mesele yalnızca biyoloji değildir. Psikanalitik açıdan, ergenlik kimliğin inşa edildiği bir dönemdir. Bu dönemde genç, hem çocukluktan kopar hem de henüz yetişkinliğe tam adım atamaz. Bu aralıkta içsel bir boşluk oluşur: “Ben kimim?”, “Nereye aitim?”, “Değerim nereden gelir?” gibi sorular, kimi zaman farkında olmadan internette yanıt arar. Sosyal medya, bu anlamda bir sahne gibidir — genç orada kendini sunar, beğeni alır, onaylanır. Ama her beğeni, kısa süreli bir doyum sağlar ve yeni bir ihtiyacın kapısını aralar. Freud’un sözünü ettiği “tekrarlama zorlantısı” burada görünür hale gelir: Onay alınsa da aynı davranış tekrar edilir, çünkü kökünde bir eksiklik hissi vardır.
Bazı gençlerde internet, bir kaçış alanına dönüşür. Gerçek hayatta utangaç, çekingen ya da değersiz hisseden biri; çevrim içi dünyada güçlü, mizah dolu, özgür bir persona yaratabilir. Bu sahte kimlik, geçici bir “benlik tamiri” sağlar. Ancak uzun vadede, gerçek kimliğin gelişimini zayıflatır; çünkü genç, dış dünyanın aynasına bakmak yerine, kendi yansımasına hapsolur.
Ergenlerde internet bağımlılığını güçlendiren çevresel etmenler de sıklıkla benzer dinamikleri besler:
- Aşırı koruyucu ebeveynler, çocuğun özerklik ihtiyacını bastırdığında, genç kontrol duygusunu dijital alanda arar.
- İlgisiz veya duygusal olarak uzak ailelerde, internet bir “duygusal ebeveyn” rolünü üstlenir. Genç, görülme ve anlaşılma arzusunu ekranda doyurmaya çalışır.
- Akran ilişkilerinde dışlanma veya sosyal izolasyon, çevrim içi topluluklara yönelmeyi kolaylaştırır.
- Akademik baskı ve performans kaygısı, interneti bir “rahatlama” ya da “kaçış” aracına dönüştürebilir.
Dolayısıyla internet bağımlılığı tek bir nedenin sonucu değildir; biyolojik yatkınlık, duygusal eksiklik ve çevresel koşulların kesiştiği bir noktada ortaya çıkar.
Bir genç, ekranın başında yalnızca vakit geçirmiyor olabilir — belki de kendisini hissetmemek için oradadır.
Ergenlikte İnternet Bağımlılığı Belirtileri
Bir gencin internette fazla vakit geçirmesi tek başına bir sorun değildir; asıl belirleyici olan, bu kullanımın hayatın diğer alanlarını nasıl etkilediğidir. Çünkü bağımlılığın temel ölçütü, sürenin uzunluğu değil, işlevselliğin bozulmasıdır — yani genç artık ders çalışamıyor, arkadaşlarıyla görüşmüyor, uyku düzenini kaybediyorsa, orada “normal kullanım” sınırı çoktan aşılmış demektir.
Davranışsal açıdan en sık gözlenen belirtiler, kontrol kaybı ve zaman algısının bozulmasıdır. “Sadece yarım saat” diyerek başlayan oturumlar, fark edilmeden saatlere dönüşür. Ebeveynlerin müdahalesiyle ise çoğu zaman agresif tepkiler, öfke patlamaları veya savunmacı yalanlar ortaya çıkar. Bu, gencin bilinçli bir tercihi değil; beynin “ödül sistemi”nin devreye girmesiyle oluşan bir dürtüsel kısır döngüdür.
Duygusal düzeyde tablo biraz daha derindir. İnternete erişemediğinde huzursuzluk, anksiyete, boşluk hissi ya da depresif bir duygu durum gözlenebilir. Bazı gençler, ekranın başında olduklarında rahatladıklarını, ama kapattıklarında içlerinde bir “eksilme” hissettiklerini anlatırlar. Bu eksilme hissi, aslında bağımlılığın psikodinamik çekirdeğini oluşturur: dışsal bir nesneye bağlanarak içsel boşluğu doldurma çabası.
Fizyolojik olarak ise tablo genellikle sessiz ama istikrarlıdır:
- Uyku düzensizliği – geç saatlere kadar ekran başında kalma, sabah uyanmakta zorlanma
- Kronik yorgunluk – zihinsel aşırı uyarılma sonucu enerji düşüklüğü
- Göz yorgunluğu, baş ağrısı, odaklanma güçlüğü – özellikle oyun ve video içeriklerine maruz kalan gençlerde sık görülür
Bazı ebeveynler bu belirtileri “ergenliğin doğal parçası” sanabilir; oysa burada kritik olan, gencin kendi yaşamının merkezini neyin belirlediğidir. Dersler, arkadaşlıklar, aile sohbetleri ikinci plana itiliyorsa, internet artık yalnızca bir uğraş değil, bir kaçış alanı haline gelmiştir.
Bir başka deyişle:
Sorun, gencin internete ne kadar zaman ayırdığı değil; internetsiz kaldığında kim olamadığıdır.
İnternet Bağımlılığı Testleri ve Değerlendirme Yöntemleri
İnternet bağımlılığı tanısı yalnızca “çok kullanıyor” gözlemiyle konulmaz. Çünkü her gencin çevrim içi dünyayla kurduğu ilişki farklıdır. Bazısı için sosyal bir bağ kurma yolu, bazısı için ise kaygıdan kaçış biçimidir. Bu nedenle değerlendirme süreci, hem niceliksel hem niteliksel araçlarla yürütülür — yani sayısal testlerle davranış gözlemini birlikte okumak gerekir.
Klinik uygulamalarda en sık kullanılan ölçeklerden biri, Young İnternet Bağımlılığı Testi (IAT)’dir. Bu test, internet kullanımının yaşamın farklı alanlarını (okul, aile, sosyal ilişkiler, uyku, duygu durumu) ne ölçüde etkilediğini anlamayı sağlar. 20 maddeden oluşur ve “ne sıklıkla” sorularına verilen yanıtlarla bağımlılık düzeyi sınıflandırılır.
Bir diğer araç olan Chen Internet Addiction Scale (CIAS) ise özellikle ergenlerde dürtüsellik, sosyal ilişkiler ve duygusal yoksunluk boyutlarını ölçmesiyle dikkat çeker. Bu tür ölçekler, tanıyı koymaktan çok farkındalık yaratma açısından değerlidir; zira her puanın ardında bir davranış biçimi, her davranışın ardında da bir duygusal ihtiyaç vardır.
Ancak hiçbir test, terapötik gözlemin yerini tutmaz. Klinik değerlendirme sürecinde genellikle şu adımlar izlenir:
- Ergenle bireysel görüşme: Kendisini ifade edebilmesi, internetle kurduğu ilişkiyi anlatabilmesi için güvenli bir alan yaratılır.
- Aileyle ayrı görüşme: Aile içi dinamikler, sınır koyma biçimleri ve iletişim tarzı değerlendirilir.
- Davranış gözlemi: Genç, bağımlılığını inkâr etse bile beden dili, konuşma tarzı ve duygusal tepkiler bu ilişkinin derinliğini çoğu zaman açık eder.
Evde de bazı erken sinyaller fark edilebilir. Bunlar, bağımlılığın sessiz başlangıç işaretleridir:
- İnternette geçirdiği süreyi saklama veya olduğundan az gösterme eğilimi
- Cihaz kullanımını gizleme, ekranı aniden kapatma refleksi
- Sosyal geri çekilme, yüz yüze ilişkilerden kaçınma
- Ruh halinde dalgalanmalar, özellikle internet erişimi engellendiğinde öfke veya huzursuzluk
- Akademik performansta düşüş, dikkat dağınıklığı veya unutkanlık
Bu sinyaller, cezalandırma ya da yasaklama çağrısı değildir; tam tersine, bir anlama davetidir. Çünkü bağımlılık çoğu zaman bir “direnç” değil, bir yardım çağrısıdır — görünmek, anlaşılmak, duyulmak isteyen bir iç sesin dışa vurumudur.
Ergenlerde İnternet Bağımlılığı Tedavisi Nasıl Yapılır?
Ergenlikte internet bağımlılığını yalnızca “ekran süresini azaltma” meselesi olarak görmek, yüzeydeki semptomu tedavi etmeye çalışmak gibidir. Oysa bu durum, çoğu zaman duygusal bir boşluğun ya da içsel bir çatışmanın dışavurumudur. Dolayısıyla etkili bir tedavi süreci, yalnızca davranışı değil, bağımlılığı anlamlandıran iç dünyayı da kapsamalıdır.
Klinik olarak üç ana eksende ilerlenir: bilişsel-davranışçı terapi (BDT), psikanalitik yönelimli terapi ve aile terapisi.
Bu yaklaşımlar birbirinin alternatifi değil, tamamlayıcısıdır. Çünkü bir genç ekran karşısında yalnızca oyun oynamaz — aynı zamanda bir şeyden kaçıyor, bir duyguyu bastırıyor ya da görünmeye çalışıyor olabilir. Terapi, bu “görünmeyen anlamı” görünür kılar.
- Bilişsel Davranışçı Terapi (BDT):
Gencin internetle kurduğu ilişkiyi yönlendiren düşünce-duygu-davranış döngüsünü fark etmesini sağlar. “Bağlanmazsam dışlanırım” gibi otomatik düşüncelerle çalışılır; ekran kullanımını düzenlemek için yapılandırılmış protokoller uygulanır. - Psikanalitik Yaklaşım:
İnternet bağımlılığını yalnızca bir alışkanlık olarak değil, bir anlam arayışı ya da içsel çatışmanın dışavurumu olarak ele alır. Genç, ebeveyn ilişkilerinde yaşadığı görülme, değer ve özgürlük temalarını terapötik ilişkide yeniden deneyimler. - Aile Katılımı ve Ev Düzenlemeleri:
Aileyi dışlamadan, aksine sürecin parçası haline getirir. Ortak ekran zamanları planlanır, “yasak” yerine dijital sınır anlaşmaları yapılır. Aile içi iletişim güçlendikçe, bağımlılığın duygusal zemini zayıflar.
Bilişsel Davranışçı Terapi (BDT)
Bilişsel Davranışçı Terapi, internet bağımlılığının yüzeydeki davranışlarının ardındaki otomatik düşünce kalıplarını fark etmeyi hedefler. Çünkü bağımlılık çoğu zaman, “Eğer çevrim dışı kalırsam bir şeyleri kaçırırım” ya da “Gerçek hayatta yeterince iyi değilim” gibi düşüncelerle beslenir. Bu düşünceler, duygusal bir gerilimi tetikler; genç, rahatlama aracı olarak internete yönelir.
BDT sürecinde, gençle birlikte şu adımlar çalışılır:
- Düşünce–duygu–davranış döngüsünü fark etmek: Hangi durumlarda internete yöneldiğini, bunun hangi duygularla tetiklendiğini anlamak.
- Dijital kullanım planı oluşturmak: Günlük kullanım süresini değil, hangi amaçla ve ne zaman kullanıldığını düzenleyen bir yapı kurmak.
- Alternatif davranışları güçlendirmek: Duygusal boşluk ya da sıkıntı anlarında başvurulabilecek sağlıklı aktiviteler belirlemek.
- Küçük hedeflerle ilerlemek: Birdenbire yasaklamak yerine, aşamalı azaltma ve içsel kontrol duygusunu destekleme.
Amaç, ekranı ortadan kaldırmak değil; gencin kendisiyle ilişkisini yeniden kurmasını sağlamaktır. Çünkü içsel kontrol duygusu gelişmedikçe, dışsal sınırlar kısa ömürlü olur.
Psikanalitik Yaklaşım
Psikanalitik yaklaşımda odak, davranışın ötesindedir. İnternet bağımlılığı burada bir semptom, yani içsel çatışmanın dış dünyadaki ifadesidir. Bu yaklaşımda soru “Ne kadar internette?” değil, “Neden orada?”dır.
Terapi sürecinde genç, bilinçdışı düzeyde tekrar eden temaları fark etmeye başlar:
- Onaylanma, görülme, değerli hissetme ihtiyacı
- Ebeveynlerle yaşanan otorite çatışmaları
- Kimlik karmaşası: çocuk mu, yetişkin mi?
- Yalnızlık ve reddedilme korkusu
Psikanalitik terapide bu dinamikler yavaş yavaş açığa çıkar; genç kendi duygusal hikâyesini anlamlandırmaya başlar. İnternetin temsil ettiği şey — güç, kaçış, özgürlük, görülme — artık yüzeyde değil, sözcüklerde işlenir. Böylece bağımlılık bir davranış olmaktan çıkar, bir içgörü alanına dönüşür.
Aile Katılımı ve Ev Düzenlemeleri
Ergenlikte internet bağımlılığı bireysel bir sorun gibi görünse de, aslında ailesel bir ilişki örüntüsünün yansımasıdır. Bu nedenle aileyi dışarıda tutmak, tedavinin önemli bir parçasını eksik bırakmak olur.
Aileyle yürütülen terapötik çalışmaların temel hedefi, çatışmayı değil iletişimi yeniden kurmaktır. Bunun için şu düzenlemeler önerilir:
- Ortak ekran zamanları: Belirli günlerde birlikte izlenecek içerikler seçilerek, ekran bireysel değil paylaşılmış bir etkinliğe dönüştürülür.
- Dijital sınır anlaşmaları: Yasak koymak yerine, birlikte belirlenen sınırlara dayalı bir anlaşma yapılır. Böylece genç cezalandırılmış değil, sürecin sorumlusu hisseder.
- İletişim modellerini güçlendirme: Ebeveynlerin sadece “ne yaptın?” değil, “nasıl hissettin?” sorularını sormaları teşvik edilir.
- Duygusal iklimin düzenlenmesi: Evin içinde gerginlik ve eleştiri azaldıkça, dijital dünyaya yönelim de azalır.
Terapinin bu aşaması, yalnızca bağımlılığın azalmasını değil, ailede bağ kurma biçiminin dönüşmesini hedefler. Çünkü internetin yerini dolduracak en güçlü şey, hâlâ aynıdır: anlaşılmak.
Ne Zaman Profesyonel Yardım Alınmalı?
Her ergenin dijital dünyayla kurduğu ilişki farklıdır; bu yüzden “çok kullanıyor” demek her zaman bağımlılık anlamına gelmez. Ancak bazı durumlar vardır ki, artık profesyonel desteğe ihtiyaç duyulduğunu açıkça gösterir. Bu noktada erken fark etmek, yalnızca alışkanlığı değil, gencin içsel dengesini de korumak açısından büyük önem taşır.
Ergenlik döneminde beyin hâlâ gelişmektedir; beyin plastisitesi dediğimiz bu esneklik, öğrenme kadar değişim kapasitesini de yüksek tutar. Bu, aslında iyi haber: ne kadar erken müdahale edilirse, duygusal ve davranışsal düzenleme becerileri o kadar hızlı yeniden inşa edilebilir. Ancak bu pencere, her geçen yıl biraz daha daralır. Erken başvuru, hem alışkanlıkların kalıcılaşmasını önler hem de bağımlılığı besleyen duygusal örüntülerin yerleşmesini engeller.
Aşağıdaki durumlar, çoğu zaman bir “alarm sinyali” olarak değerlendirilmelidir:
- Uyku düzeninde bozulma: Gencin geç saatlere kadar uyanık kalması, sabahları yorgun ve isteksiz uyanması.
- Saldırganlık veya ani öfke patlamaları: İnternet erişimi engellendiğinde aşırı tepkiler verme, kırıcı davranışlarda bulunma.
- Okuldan kaçma veya akademik başarısızlık: Sorumluluklardan kaçınma, derslere ilgisizlik, dikkat eksikliği.
- Depresyon belirtileri: Keyif veren aktivitelerden uzaklaşma, içe kapanma, değersizlik veya umutsuzluk hissi gibi ergenlikte depresyon.
- Sosyal izolasyon: Gerçek arkadaşlıkların yerini tamamen çevrim içi ilişkilerin alması.
Bu belirtilerden biri veya birkaçı gözleniyorsa, bir uzmana başvurmak doğru olur. Yardım süreci, genellikle kısa bir bilgilendirme görüşmesiyle başlar.
İlk seansta hem aile hem de ergen ayrı ayrı dinlenir; hedef, yargılamak değil, anlamaktır. Ardından, gencin bireysel ihtiyaçlarına göre bir terapi planı oluşturulur. Süreç boyunca aile düzenli olarak bilgilendirilir, çünkü değişim yalnızca odada değil, evde de sürer.
Unutulmamalıdır ki, yardım istemek zayıflık değil; kendini koruma becerisidir. Zira bazen bir genci ekrandan uzaklaştırmak, ondan bir şeyi almak değil, ona kendine yeniden yaklaşma fırsatı vermektir.
İnternet, gençler için artık yalnızca bir iletişim aracı değil; bir kimlik sahnesi, bir aidiyet alanı, bazen de duygusal bir sığınak. Bu nedenle “interneti bırakmak” değil, onunla sağlıklı bir ilişki kurmak gerçek hedef olmalıdır. Bağımlılık dediğimiz şey, çoğu zaman bir teknolojik sorun değil, doyurulamamış bir duygusal ihtiyaçtır. Genç, internete bağlandığında aslında bir şeye tutunmaya, kendini bir biçimde hissetmeye çalışır.
Bu sürecin çözümü ise yasaklarla değil, anlamakla başlar.
Bir gencin dünyasına öfkeyle değil, merakla yaklaşmak; “neden böyle yapıyor?” yerine “neden buna ihtiyaç duyuyor?” diye sormak, değişimin en güçlü adımıdır. Çünkü ergenlik döneminde teknolojiye olan tutkunun altında çoğu zaman görülme, anlaşılma ve kabul edilme arzusu yatar.
Terapi odasında yıllardır gençlerle yürüttüğüm çalışmalarda en sık fark ettiğim şey şu: değişim, yasaklandığında değil, anlaşıldığında başlıyor.
Bir ergen, yargılanmadığını hissettiği anda kendiliğinden dönüşmeye başlıyor. İnternet bağımlılığı da bu bağlamda bir yasak değil, bir yeniden denge kurma sürecidir — hem gencin iç dünyasında hem de ailesiyle ilişkilerinde.
Dijital dünyanın sesleri bazen gürültülü, bazen büyüleyici olabilir. Ama o gürültünün altında hâlâ aynı şey aranır: bağ kurmak.
Ve bazen en iyileştirici bağ, bir ekranın değil, bir insanın gözlerinde kurulur.
