Genç

Ergenlikte Öfke: Gençlerin İçindeki Fırtınayı Anlamak

Ergenlikte Öfke Gençlerin İçindeki Fırtınayı Anlamak

Ergenlik, sürekli değişen bir aynaya bakmak gibidir. Bugün gördüğü yüz, dün gördüğünden farklıdır; ses tonu değişir, bedeni uzar, düşünceleri derinleşir. Fakat bu değişim, bir kimlik kazanma süreci olduğu kadar, tanıdık yüzün yavaşça kayboluşudur da. Genç, aynadaki yansımayı tanımadığında öfkelenir — aslında kendine değil, neye dönüşmekte olduğunu anlayamamaya kızar.

Ergenlikte öfke, çoğu zaman bu yabancılaşmanın sesi olur. 12 yaşındaki kız çocuğu “beni kimse anlamıyor” derken ya da 13 yaşındaki bir erkek “herkes bana karışıyor” diye bağırırken, bilinçdışında “ben kimim?” sorusuna yanıt arar. Bu öfke, saldırganlıktan çok bir arayıştır; görünürdeki tepki, derindeki çatışmayı gizler.

Psikanalitik açıdan öfke, bastırılmış duyguların bilinç yüzeyine çıkma biçimidir. Ergenlikte bu süreç, kimliğin doğum sancısına dönüşür. Süperego’nun (içsel ahlaki sesin) talepleriyle dürtülerin çatıştığı, anne-babayla kurulan ilişkilerin yeniden tanımlandığı bir dönemdir. Yani öfke, aslında değişimin bedelidir — büyümenin kaçınılmaz yan etkisi.

Ebeveynler bu dönemde sıkça “sinirli ergenlere nasıl davranmalı?”, “ergenin anneye vurması normal mi?” gibi sorularla gelir. Cevaplar basit değildir, çünkü her öfkenin arkasında benzersiz bir hikâye vardır. Bu yazıda, ergenlikte öfkenin biyolojik, psikolojik ve ilişkisel kökenlerini, farklı yaş dönemlerindeki (12, 13, 14–16 yaş) tepkileri ve ailelerin neler yapabileceğini ele alacağız.

Ben Klinik Psikolog Halil İbrahim Yalçın, Sarıyer–Beşiktaş–Levent bölgesinde gençlerle ve aileleriyle çalışan bir terapistim. Bu yazı, yalnızca öfkeyi kontrol etmeyi değil, onun anlattığı hikâyeyi duymayı isteyen ebeveynlere rehberlik etmek için yazıldı. Çünkü her öfkenin içinde, duyulmayı bekleyen bir duygu vardır.

1. Ergenlikte Öfkenin Arka Planı

Ergenlikte yaşanan öfke, çoğu zaman sadece “sinirlenmek” değildir. Bu dönem, hem bedenin hem de benliğin yeniden yapılanma sürecidir. Beyin kimyası, hormon dengesi ve iç dünyadaki çatışmalar aynı anda değişir. Bu nedenle duyguların yoğunluğu, yetişkinlerin algıladığı kadar “abartılı” değil; ergenlikte kimlik bunalımının doğal bir parçasıdır — yani genç, öfke yoluyla aslında kim olduğunu ve nerede durduğunu anlamaya çalışır.

Bu bölümü üç temel eksende ele alabiliriz: beden ve hormon değişimleri, öfkenin normal sınırları ve saldırganlıktan farkı.

  • Ergenlikte beden, hormon ve beyin değişimleri: Ergenlik, biyolojik anlamda en hızlı dönüşümün yaşandığı dönemdir. Beynin duyguları yöneten bölgesi (limbik sistem) hızla gelişirken, kontrol ve karar verme süreçlerinden sorumlu ön korteks bu tempoya yetişemez. Sonuçta genç duygularını yoğun hisseder ama düzenlemekte zorlanır. Hormonlardaki artış —özellikle testosteron ve östrojen dalgalanmaları— bedendeki değişimlerle birleştiğinde öfke, sabırsızlık ve ani tepkiler kaçınılmaz hale gelir. Bu yüzden 13 yaş öfke kontrolü sorunları, çoğu zaman “kişilik problemi” değil, biyolojik bir geçişin yansımasıdır.
  • Ergenlikte öfkenin normal aralığı — ne zaman ‘fazla’ olur? Her ergen zaman zaman sinirlenir, bağırır ya da kapısını çarpar. Bu tepkiler duygusal gelişimin parçasıdır. Ancak öfke, eğer günlük yaşamı bozmaya başlıyorsa —örneğin sürekli tartışma, eşyaya ya da kişiye zarar verme gibi davranışlara dönüştüyse— bu artık sıradan bir duygusal dalgalanma değildir. Psikanalitik açıdan burada bastırılmış öfke, kimlik çatışması veya ebeveynle bağımsızlaşma mücadelesinin sembolik bir ifadesi olabilir. Genç, kendini duyamadığında öfke bir “dil” haline gelir.
  • Öfke ile saldırganlık arasındaki fark: Öfke bir duygudur; saldırganlık ise o duygunun davranışa dönüşmüş halidir. Her öfkelenen çocuk saldırgan değildir. Bazı gençler öfkeyi içe atarak depresif bir sessizliğe gömülürken, bazıları dışa vurarak çevresine zarar verir. Klinik gözlemlerime göre, öfkenin bastırıldığı aile ortamlarında (örneğin sürekli “sus”, “bunu konuşma” mesajlarının verildiği yerlerde) öfke birikir ve sonunda patlayıcı hale gelir. Oysa duygunun ifadesine izin verilmesi, saldırganlığın önlenmesinin en etkili yoludur. Unutmayalım: Ergenlikte depresyon çoğu zaman bastırılmış, çok yüksek bir öfkenin maskesidir; depresyonun ardında yoğun bir öfke bulunabilir.

Spesifik Yaşlarda Öfke ve Kontrolü

Ergenlikte öfke, her yaşta aynı biçimde yaşanmaz. 12 yaşındaki bir kızın duygusal patlaması ile 15 yaşındaki bir gencin suskunluğu aynı kaynaktan beslenebilir, ama görünüşleri farklıdır. Bu farklılıklar hem beyin gelişimi hem de kimlik oluşumuyla ilgilidir.

Bu dönemi tek bir davranışla tanımlamak mümkün değildir; çünkü her yaş, ayrı bir içsel fırtınayı barındırır. Ebeveyn için önemli olan, öfkenin şekline değil, arkasındaki mesajı duymaktır.

12–13 Yaş: Kız Çocuğu Özelinde Sinirlilik ve Duygusal Fırtına

Bu yaşlarda kız çocukları genellikle duygusal yoğunluk ve ani değişimlerle tanımlanır. Hormonel dalgalanmalar, özellikle östrojen artışı, duyguları hassaslaştırır; küçük bir kırılma bile büyük bir tepkiye dönüşebilir. “12 yaşındaki kızım çok sinirli” diyen ebeveynler çoğu zaman, çocuğun aslında içsel karmaşayı yönetmeye çalıştığını fark etmez.

Psikanalitik açıdan bu dönem, annelikle kurulan bağın yeniden tanımlandığı evredir. Genç kız hem annesiyle özdeşleşmek ister hem de ondan ayrılma ihtiyacı hisseder. Bu ikilik, öfkeyi tetikleyen temel çatışmalardan biridir. Annesine karşı mesafe koymak isterken aynı anda ondan onay bekler. Bu nedenle “benimle konuşmuyor” ya da “her şeye alınır oldu” gibi ifadeler, aslında kimlik gelişiminin doğal belirtileridir.

13 Yaş Erkek: Beden Değişimi, Özgürlük İsteği ve Sınırlarla Çatışma

Erkek çocuklarında bu dönem, fiziksel güç hissinin artışıyla başlar. Testosteron seviyesi yükseldikçe hem dürtüsellik hem de risk alma eğilimi belirginleşir. Genç, artık “çocuk” olmadığını hissetmek ister ve bu ispat çabası çoğu zaman otoriteyle çatışma biçiminde görünür.
“Bana karışma!”, “kendim yaparım!” cümleleri, bağımsızlık arayışının dışavurumudur. Bu noktada ebeveynin görevi, sınırları korurken gencin güç duygusunu yok etmemektir.

Psikanalitik bakışla, bu çatışma süreci “babanın yasasının” (otorite figürünün) içselleştirildiği evredir. Genç erkek, babayla özdeşleşmek ister ama aynı zamanda ondan farklılaşmayı dener. Eğer bu süreçte sınırlar ya aşırı gevşek ya da fazla katıysa, öfke kolayca saldırganlığa dönüşebilir. 13 yaş öfke kontrolü, bu nedenle sadece disiplin değil, “güçle ilişkisini yeniden tanımlama” meselesidir.

14–16 Yaş: Kimlik Arayışı, Arkadaş Grubu Baskısı ve Bağımsızlık İsteği

14–16 yaş aralığı, kimlik inşasının merkezidir. Artık aile değil, arkadaş grubu birincil referans haline gelir. Sosyal onay, dış görünüş, popülerlik gibi temalar öfke ve kırılganlığın ana eksenine yerleşir.
Bu yaşta öfke, çoğu zaman “anlaşılmama” hissinden kaynaklanır. Aileyle yaşanan tartışmaların altında, “beni olduğum gibi kabul etmiyorlar” duygusu yatar.

Psikanalitik olarak, bu dönem “ben kimim?” sorusunun en yoğun sorulduğu evredir. Süperego’nun (içsel ahlaki sesin) eleştirileriyle kimlik idealleri çarpışır. Genç, kendi sınırlarını çizmeye çalışırken, ebeveynin kontrol ihtiyacıyla çatışır. Bu dönemde öfke patlamaları değil, duygusal kopuşlar daha sık görülür; sessizlik, içine kapanma veya uzaklaşma da öfkenin sessiz biçimleridir.

Ergenin Anneye Vurması ve Fiziksel Tepkiler

Ergenin anneye vurması, çoğu ebeveyn için şok edici ve kabul edilemez bir durumdur. Fakat terapötik açıdan bu davranış yalnızca bir “saldırı” değil, duygusal bir taşmanın işareti olarak görülmelidir. Yine de bu durumun “normal” olmadığını, fakat anlaşılabilir olduğunu bilmek gerekir. Çünkü her fiziksel tepkinin arkasında duygu düzenleme becerisinin yetersizliği ve yoğun çaresizlik vardır.

Ergenlikte öfke, çoğu zaman söze dökülemeyen duyguların bedensel biçimidir. Bazı gençler kırgınlığını ifade edemez; kelimeler yetmediğinde beden konuşur. Bu “vurmak” eylemi, aslında “beni duy, beni fark et” anlamına gelen ilkel bir iletişim biçimidir. Özellikle anneye yönelmesinin nedeni de budur: anne, çocuğun duygusal aynasıdır. Çocuğun iç dünyasında en güvenli ama aynı zamanda en fazla yük bindirdiği figür odur.

Psikanalitik açıdan bakıldığında, bu davranış anneyle olan bağlanma çatışmasının yoğun bir dışavurumudur — hem ona ihtiyaç duyma hem de ondan ayrılma isteğinin aynı anda yaşandığı bir çelişkidir.

Ergen, bir yandan annesinin sevgisine ve onayına ihtiyaç duyar; diğer yandan bu bağı korudukça kendi kimliğini kuramayacağını hisseder. Bu ikili durum, iç dünyasında büyük bir gerilim yaratır. Yani vurmak, bağırmak ya da kapıyı çarpmak çoğu zaman “senden uzaklaşmak istiyorum ama seni kaybetmekten korkuyorum”un ilkel bir ifadesidir.

Bu noktada öfke, bağı koparmak için değil, ilişkiyi yeniden tanımlamak için ortaya çıkar. Çocuklukta güven veren o yakınlık, ergenlikte bir “boğulma hissine” dönüşür. Eğer anne–çocuk ilişkisi fazlasıyla iç içe geçmişse — yani sınırlar belirsiz, duygusal mesafe çok azsa — genç birey ayrışabilmek için öfkeyi bir araç olarak kullanır. Bu öfke, aslında “ben artık ayrı biriyim” deme çabasıdır.

Bu yüzden bazı anneler, çocuklarının öfkesini kişisel bir reddedilme olarak algılasa da, psikanalitik olarak bu tam tersidir: öfke, bağın kopmadığını, hâlâ duygusal olarak önemli olduğunu gösterir. Fakat bu bağın biçimi değişmelidir. Gencin kimliği, anneden uzaklaşarak değil, sağlıklı bir mesafe kurarak olgunlaşır.

Dolayısıyla ebeveynin görevi, bu mesafeyi cezalandırmak değil, tolere edebilmektir — çünkü öfkenin ardında çoğu zaman bağı kaybetme korkusu değil, “kendim olabilme” arzusu vardır.

Ebeveyn olarak bu tür bir davranış karşısında ilk refleksin öfke veya cezalandırma olması anlaşılabilir, fakat çoğu zaman işe yaramaz. Çünkü ergen zaten duygusal olarak “kontrolü kaybettiği” bir anda bu tepkiyi verir; üzerine gelen ceza, yeniden aynı savunmayı tetikler.
Bu durumda ebeveynin yapması gerekenler şunlardır:

  • Fiziksel güvenliği sağla, ama duyguyu bastırma. Öncelikle hem kendinin hem çocuğun güvenliğini koru. Ancak olayın hemen ardından uzun nasihat ya da suçlama yerine, sakinleşme süreci tanı.
  • Davranışı değil, duyguyu anlamaya çalış. “Neden bana vurdun?” yerine “o anda içinde ne hissettin?” gibi cümlelerle duygunun kökenine inmeye çalış. Bu yaklaşım, çocuğun kendini kontrol etmeyi öğrenmesine yardımcı olur.
  • Tutarlı sınır koy. Şiddeti mazur görmek ya da tamamen bastırmak, iki uç tehlikedir. Net sınırlar çizmek (“Bana vurman kabul edilemez, ama seni anlamak istiyorum”) çocuğun güvenli çerçeveyi içselleştirmesini sağlar.

Bu tür fiziksel tepkiler tekrarlayıcı hale geliyorsa veya öfke nöbetleri günlük yaşamı etkiliyorsa, bu artık gelişimsel bir iniş çıkış olmaktan çıkar. Özellikle eşyaya zarar verme, kardeşe yönelme ya da kendine zarar verme davranışları eşlik ediyorsa, profesyonel yardım gerekir.

Bu noktada ergenin terapi süreci, yalnızca öfke kontrolünü değil, duygu düzenleme becerilerini ve anneyle bağlanma dinamiklerini yeniden yapılandırmayı hedefler. Bireysel terapi, oyun terapisi ya da aile çalışmaları bu süreçte oldukça etkilidir.

Unutmamak gerekir: Ergenin anneye vurması bir karakter sorunu değil, duygusal bir sinyaldir. O sinyali duyabilmek, hem çocuğun hem ailenin yeniden iyileşmeye başlamasıdır.

Öfke ve Saldırganlık Arasındaki İlişki – Risk Faktörleri

Öfke, her insanda doğal bir duygudur; fakat bu duygu uygun şekilde düzenlenmediğinde saldırganlığa dönüşebilir. Ergenlikte bu geçiş çok daha hassastır çünkü genç, hâlâ dürtülerini kontrol etmeyi öğrenmektedir. Öfke, bazen içe yönelir (kendine zarar verme, izolasyon), bazen dışa taşar (bağırma, vurma, eşyaya zarar verme).

Bu farkı anlamak, hem ebeveynin hem de okulun çocuğa destek olabilmesi için kritik bir adımdır.

  • Öfkeyi tetikleyen yaygın durumlar (okul, arkadaş ilişkisi, sosyal medya):
    Günümüz ergeni, duygusal stres kaynaklarını yalnızca evde değil, dijital ortamda da deneyimliyor. Okulda yaşanan başarısızlık hissi, arkadaş grubundan dışlanma, siber zorbalık veya sosyal medyada kıyaslanma gibi durumlar öfkeyi hızla tetikleyebilir.
    Özellikle “herkes benden daha iyi” hissi, gencin benlik değerini zedeler. Bu noktada öfke, aslında kırılmış özgüvenin kalkanıdır. Psikanalitik açıdan, bu öfke süperego’nun (içsel eleştirmen sesin) aşırı baskısıyla ilgilidir; genç kendi içindeki eleştiriyle baş edemediğinde, öfkeyi dışarıya yöneltir.
  • Ebeveynlik stilleri, bağlanma ve öfke kontrolü üzerine araştırmalar:
    Yapılan araştırmalar, ebeveynlik stilinin ergenin öfke düzenleme becerisi üzerinde belirleyici olduğunu gösteriyor (örneğin DergiPark’ta yayımlanan Ebeveyn Tutumları ve Ergenlerde Öfke İfade Tarzları çalışması, 2022).
    Buna göre:
    • Otoriter ebeveynlikte, korku temelli iletişim öfkeyi bastırır, bastırılan öfke ise saldırganlık olarak geri döner.
    • Aşırı izin verici ebeveynlikte, sınır eksikliği dürtüsel davranışları artırır.
    • Demokratik ebeveynlikte, duyguya alan tanındığı için öfke daha sağlıklı biçimde ifade edilir.
      Psikanalitik bakış açısına göre bu farkların kökeninde, erken çocukluk döneminde gelişen bağlanma stilleri vardır. Güvenli bağlanmış bir çocuk, annesinin yokluğunda bile içsel bir güven duygusuna sahiptir; güvensiz bağlanmada ise kaygı, reddedilme korkusu ve öfke kolayca iç içe geçer.
  • Sıklıkla gözden kaçan işaretler:
    Bazı ergenler öfkelerini dışa değil, içe yöneltir. Bu durumda ebeveynler “sakinleşti” sanabilir ama aslında genç içsel bir çatışma yaşamaktadır.
    Şu belirtiler, duygusal yükün saldırganlığa ya da depresyona dönüşmek üzere olduğunu gösterebilir:
    • Kendine zarar verme (bilek çizme, vücudu sıkma, riskli davranışlara yönelme)
    • Arkadaş ilişkilerinde ani kopmalar, yalnızlaşma veya aşırı bağımlılık
    • Okul başarısında ani düşüş, ilgi alanlarından uzaklaşma
    • Uyku ve iştah değişiklikleri
      Bu belirtiler, öfkenin yalnızca bir davranış değil, yardım çağrısı olduğunu gösterir. Özellikle içe yönelmiş öfke, sessiz bir depresyonun habercisi olabilir.

Sonuç olarak, öfke ile saldırganlık arasındaki ilişkiyi anlamak; cezalandırmaktan çok duygunun kökenini keşfetmeyi gerektirir.
Ebeveynin görevi, bu duyguyu bastırmak değil, duyulabilecek bir forma dönüştürmektir. Çünkü öfke, doğru duyulduğunda dönüşür; bastırıldığında büyür.

Ebeveynlerin ve Okulun Rolü – Pratik Stratejiler

Ergenlikte öfke yalnızca bireysel bir duygu değil, ilişkisel bir süreçtir. Yani çocuğun öfkesini anlamak kadar, çevresinin bu öfkeye nasıl karşılık verdiği de belirleyicidir. Ebeveynin tepkisi, öğretmenin yaklaşımı ve arkadaş çevresinin tutumu — hepsi birlikte bu duygunun yönünü şekillendirir.
Amaç “öfkeyi susturmak” değil; ifade edilebilir, tanınabilir bir forma dönüştürmektir. Bu dönüşüm için evde, okulda ve ilişkilerde uygulanabilecek bazı temel stratejiler bulunur.

  • Evde uygulanabilir öfke yönetimi teknikleri:
    • Nefes egzersizi: Nefes, sinir sisteminin doğal frenidir. Derin nefes alıp verme tekniği, öfke anında bedeni sakinleştirir. Özellikle 4-4-4 yöntemi (4 saniye nefes al, 4 saniye tut, 4 saniye ver) ergenler için somut ve kolay uygulanabilir bir yoldur.
    • Öfke günlüğü: Duyguların yazılı hale getirilmesi, bilinçdışındaki karmaşayı görünür kılar. “Bugün neye sinirlendim?” sorusuyla başlayan kısa notlar, farkındalık oluşturur. Hisar Hospital Intercontinental’in ergen öfke kontrolü üzerine çalışmalarında da yazılı ifade tekniğinin düzenleyici etkisi vurgulanmıştır.
    • Güvenli alan oluşturma: Evde öfke patlaması yaşandığında, “cezalandırma alanı” değil, “sakinleşme alanı” oluşturmak önemlidir. Bu bir oda, bir koltuk ya da müzik dinleme köşesi olabilir. Genç, öfkesini bastırmadan ama kimseye zarar vermeden yatıştırmayı öğrenir.
  • Ebeveyn–ergen iletişimi:
    Ergenin öfkesine tepki vermek değil, onu dinlemek en güçlü yatıştırıcı etkilerden biridir. Çoğu zaman genç, anlaşılmadığını hissettiğinde daha da öfkelenir.
    • Dinleme: Göz teması kurmak, cümlesini bitirmesine izin vermek, onun duygusunu onaylamak (“Bu seni gerçekten öfkelendirmiş olmalı”) ergenin savunmasını düşürür.
    • Sınır koyma: Öfke anında kabul edilebilir davranışları hatırlatmak gerekir. “Kızabilirsin ama vuramazsın” gibi net mesajlar, hem güvenlik hem çerçeve sağlar.
    • Model olma: Çocuk, yetişkinin duygusal tonunu taklit eder. Ebeveyn kendi öfkesini sağlıklı ifade ettiğinde —örneğin “şu an sinirliyim, biraz nefes alacağım”— çocuk da bunu içselleştirir.
  • Okul, akran ve öğretmenle iş birliği:
    Ergenin öfkesini yalnızca aile içinde ele almak yeterli değildir. Çünkü duyguların büyük kısmı okul ortamında tetiklenir. Öğretmenlerin, rehberlik servisinin ve ebeveynin aynı dili konuşması gerekir.
    • Düzenli iletişim: Okulla yapılan aylık kısa paylaşımlar, gencin davranış örüntüsünü anlamayı kolaylaştırır.
    • Akran ilişkilerinin takibi: Özellikle zorbalık, dışlanma veya alay edilme durumları erken fark edilmelidir.
    • Ortak tutarlılık: Evde izin verilmeyen bir davranışın okulda da sınırlandırılması, çocuğa netlik sağlar. Tutarsız yaklaşımlar, öfkenin artmasına neden olabilir.

Bu stratejiler, yalnızca “öfke kontrolü” değil, aynı zamanda duygusal farkındalık kazandırmayı amaçlar. Çünkü çocuk duyulduğunu hissettiğinde, öfkesini savunma aracı olarak değil, kendini anlatma biçimi olarak kullanmayı öğrenir.

Ne Zaman Uzman Yardımı Aranmalı?

Ergenlikte öfke, gelişimin doğal bir parçasıdır. Ancak bazı gençler için bu duygu, yalnızca bir geçiş değil; var olmanın tek yolu haline gelebilir.
Eğer bu öfke anlaşılmadan, dönüştürülmeden bırakılırsa, genç yetişkinlikte ve ilerleyen yıllarda da aynı kalıpta devam eder.
Yani “duyulmak için bağıran çocuk”, ileride “var olmak için öfkelenen yetişkin”e dönüşür.

Ebeveynin en önemli görevi, çocuğunun davranışlarını cezalandırmadan “duyabilmek”tir. Çünkü çoğu öfke patlaması, aslında sessiz bir yardım çağrısıdır. Klinik deneyimlerime göre özellikle öfkenin sıklığı, şiddeti veya yöneldiği kişi değiştiğinde, bu duygusal dengenin bozulduğuna dair ciddi bir uyarıdır.

Aşağıdaki Durumlar Alarm Verir:

  • Öfke nöbetlerinin sıklaşması, günlük yaşamı etkilemesi
  • Eşyaya ya da kişiye zarar verme davranışları
  • “Anneye vurma”, “kardeşe bağırma”, “kendine zarar verme” gibi tekrarlayan tepkiler
  • Sürekli gerginlik, aile içi çatışmaların çözülememesi
  • Okul başarısında ani düşüş, arkadaş ilişkilerinde bozulma veya arkadaşlık kuramama
  • Uykusuzluk, isteksizlik, içe kapanma gibi bedensel-duygusal belirtiler

Bu işaretler yalnızca bir “davranış sorunu” değildir; ergenin duygusal düzenleme sisteminin tıkandığına işaret eder.
Bu noktada nasihat ya da ceza değil, profesyonel destek gerekir.

Psikolojik Müdahale Yolları:

  • Bireysel terapi, gencin bastırılmış öfkesini anlamlandırmasını ve kendini güvenli biçimde ifade etmesini sağlar.
  • Oyun terapisi veya yaratıcı drama, 12–13 yaş grubunda duyguların sembolik biçimde dışa vurulmasına yardımcı olur.
  • Grup çalışmaları, akran ilişkilerini düzenler ve empati becerilerini güçlendirir.

Amaç sadece öfkeyi azaltmak değil, duygusal olgunlaşmayı ve kimlik bütünlüğünü yeniden inşa etmektir.

Aileler İçin Destek Mekanizmaları:

Ebeveynin kendi duygusal yükünü fark etmesi, çocuğa yaklaşımını doğrudan değiştirir. Bu nedenle sürece ebeveyn danışmanlığı da dahil edilmelidir.
Aile içi iletişim eğitimleri, ebeveyn destek grupları ve psikoterapi; hem aile sistemini onarır hem de gencin “öfke yerine sözü seçmesini” kolaylaştırır.

Ben Klinik Psikolog Halil İbrahim Yalçın, Sarıyer–Beşiktaş–Levent bölgesinde özellikle ergen terapisi ve psikanalitik yönelimli terapi alanında çalışıyorum.

Ergenlerin öfkesini yalnızca “problem” olarak değil, gelişimsel bir mesaj olarak ele alıyorum. Eğer çocuğunuzda bu tür tepkiler sıklaştıysa ya da iletişim giderek zorlaşıyorsa, bir uzman desteği almak hem sizin hem çocuğunuz için süreci daha sağlıklı hale getirebilir.

Ergenlikte öfke, çoğu zaman “kontrol edilmesi gereken” bir düşman gibi görülür. Oysa öfke, gelişimin doğal bir parçası — hatta gencin kimliğini kurarken kullandığı bir dildir.

Bu süreçte anne-babaların görevi, öfkeyi bastırmak değil, onu anlamlandırmasına yardımcı olmaktır. Çünkü her öfke patlamasının ardında duyulmak, fark edilmek ve kabul edilmek isteyen bir genç vardır.

Kimi zaman bir nefes egzersizi, kimi zaman dinlenmiş bir cümle bile gencin içsel fırtınasını dindirebilir.

Ama bazen, bu fırtına kendi kendine durulmaz — işte o zaman bir uzmanın rehberliği, hem aileye hem ergene yeni bir yön kazandırır.

Unutmayın: Öfke, bastırıldığında değil, anlaşıldığında dönüşür.

Anlamaya atılan her adım, hem ebeveynin hem gencin içsel özgürleşmesinin başlangıcıdır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir