Terapistler İçin

Psikoterapistin yoksunluğu mu mevcudiyeti mi?

ferenzci ve freud

Psikanalizin tarihi Freud ile başladı ama devamı sadece ona bağlı kalmadı. Freud’un psikanalitik tedavide temel yaklaşımı, terapistin nötr duruşuydu. Bu duruş, seans sırasında danışanın yoksun bırakılması anlamına geliyordu. Amaç, bu yoksunlukla birlikte geçişteki (çocukluktaki) yoksunluk halini tekrar yaşatmak ve bunun dile gelmesini sağlamaktı. Dolayısıyla, psikanaliz uzun süre boyunca sadece bastırılanın yüzeye çıkması ve bilinçdışı düşlemlerin çalışılmasıyla yeterli görüldü.

Ta ki Ferenczi gelene kadar.
Ferenczi, bu yöntemi acımasız buldu. Çünkü ona göre, yoksun bırakmak sadece geçmişin tekrarını sağlamakla kalmaz, aynı zamanda travmanın da tekrarını doğurabilir. Bu nedenle daha kapsayıcı bir şekilde terapistin varlığının daha iyi gelebileceğini savundu.  Danışanın sadece bu travmayı dile getirmesi yeterli olmaz. Ferenczi, bu travmatik anlatının bir ilişkisel alanda dile getirildiğinde ve bu sefer farklı bir yanıtla karşılaştığında, asıl dönüşümün başlayabileceğini söyledi. Bu dönüşüm ancak iki kişilik bir alanda mümkün olur; biz buna aktarım diyebiliriz.

Fakat zamanla Ferenzci’de şunu farketti, terapistin fazla mevcudiyeti ’de terapistte kurtarma düşlemi oluşturabilecektir. Bu yüzden Ferenzci şunu eklemiştir:

mesele sadece yok olmak ya da var olmak değildir. Asıl mesele fazla yok olmak ya da fazla var olmaktır. Yani travmanın etkisi genellikle fazlalıkta saklıdır. Fazla yokluk, görünmezlik ya da ihmal kadar; fazla varlık da — sınır tanımayan temas, müdahale ya da kurtarma fantezisi — danışan için ruhsal olarak aynı derecede sarsıcı olabilir.

Bu yüzden, klasik yöntemde önerilen “yokluk” hali herkesin taşıyabileceği bir durum değildir. Belki de psikanaliz bu yüzden zamanla katı ve soğuk bir yöntem olarak anlaşılmıştır. Belki Freud’un niyeti de bu değildi, belki o da uygulamada çok daha esnek ve duyarlıydı.

Peki “fazla var olmak” nedir?
Bu, danışanın yerine karar vermek, önerilerde bulunmak gibi görünebilir — ama sadece bundan ibaret değildir. Danışan hazır olmadan yapılan yorumlar, terapistin onu “kurtarma arzusu”, ya da onun ruhsal acısına fazlaca müdahale etme ihtiyacı da bu fazla varlık halini oluşturur.

Her ilişkide olduğu gibi, terapötik ilişkide de “kurtarma düşlemi” birçok duyguyu ve eylemi harekete geçirir. Ancak bu da, danışan açısından fazla gelen, sindirilemeyen bir etki yaratabilir. Psikanalizde “vahşi analiz” diye adlandırılan pratiklerin kökeni de buraya dayanır.

Çünkü travmatize eden geçmiş nesnenin yerine “iyi nesne olma” çabası da bazen hazmedilemeyen bir etki bırakabilir.

O yüzden bu soru artık  winnicott ile de değişir:
Danışana “fazla” mı oldum, “az” mı kaldım değil… Nasıl bir çevre sundum? Çünkü her ilişki biriciktir.
Her özneye göre çevre değişir.

Ve terapötik etki, o çevrenin ne kadar danışana göre uyumlanabildiğinde saklıdır.

Kli.Psk Halil İbrahim Yalçın

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir